DURUM ANALİZLERİ - 5
HAYVAN SEVGİSİ
Türkler Orta Asya geleneklerinden dolayı her canlıya saygı gösterirlerdi. Gök Tengrinin dünyadaki canlıların sahibi olduğuna inanır ve hepsinin yaşam haklarının var olduğunu düşünürlerdi. Yalnızca gerekli olduğunda beslenme amaçlı yetiştirdikleri ya da avlandıkları hayvanların Gök Tengri tarafından kendilerine bahşedildiğini kabul ederlerdi. Bu düşünce tarzı doğa ile iç içe yaşayarak konar-göçer hayatı tercih eden Türklerde bir töre olarak gelişti.
Orta Asya’da Gök Tengriden dolayı duyulan saygı, İslam’a geçtikten sonra bu kez Yaratıcı sıfatıyla Allah’a duyulmaya başlandı. Tanrının yaratıp yer yüzüne gönderdiği her canlının sevgiye ve saygıya hakkı olduğunu düşündüler. Buna bağlı olarak her fırsatta yardıma ihtiyacı olan canlılara gerekli yardımları sağlamaktan geri kalmadılar. Doğal olarak içlerinde en çok ilgi gösterdikleri evcil hayvanlar ve narin yapılarından dolayı kuşlar olmuştur.
Osmanlı’da kuşlara özel bir sevgi beslendiği apaçıktır. İmaretin mümkün kıldığı her noktada kuşlara doğal yuva olmasını sağlayacak kuş yuvaları yapmışlardır. Köy ya da çiftlik tarzı yerleşim yerlerinde evcil hayvanların yanı sıra doğada yaşayan canlıların yuvalarını bozmadan çatılarda leyleklere, baca aralarında kırlangıçlara, kirpilere, kaplumbağalara yardımcı olarak yaşamalarına katkıda bulunurlardı. Yaşlanmış elden ayaktan düşmüş hayvanları yok etmezler en kötüsü olarak doğaya yılkıya bırakırlardı. Evcil hayvanları evlerinde besleyenler genellikle köylü sınıfı olsa bile şehirlerde yaşayanlar da sokak hayvanlarını sevgisiz bırakmamıştır. Bu konuda diğer dünya insanlarına göre biraz ileri de gitmiş olabilirler. Çünkü Dolmabahçe’de kuşlar için, Üsküdar’da kediler için Bursa’da leylekler için hayvan hastaneleri oluşturulmuştu. Her mezarın başında kuşlar için su içmelerine yarayan suluklar mutlaka yapılırdı. Tüm bunlar Türklerin vicdani bir yapısı olmakla beraber inandıkları Tanrının yarattığı canlılara saygı gösterme zorunluluğundan kaynaklanıyordu. Elbette ki gelecek yaşamda yaptıkları iyilik sonucu Tanrıdan bunun karşılığını görme arzusu da vardı.
Osmanlıda hayvanlara bakış bu şekilde iken o dönemde Avrupa’da mesela Paris’te her yıl yaz aylarında sokak kedileri, köpekleri toplanarak çuvallara dolduruluyor ve katlediliyor hatta bir festival havasında işkencelerle yakılıyordu.
Avrupalı gezginler Osmanlı topraklarında gördükleri hayvan sevgisini övgü ile anlatırlar. Hayvanlar için kurulan vakıflardan, bakımları için kurulan tedavi merkezlerinden ve bu konuda çıkartılan kanunlardan sıklıkla söz ederler. 17. Yüzyılda gezgin Jean du Mont seyahatnamesinde “Türklerin hayırları hayvanlar için bile geçerlidir. Özellikle köpeklere karşı çok müşfiktirler. Türklerde kedi-köpek, at gibi eti için beslenmeyen hayvanları öldürmek suçtur” diye yazmıştı. 1655’de Jean Thevenot, anılarında “Ölen bazı kişiler mallarını haftada birkaç defa köpek ve kedileri beslemek üzere bırakırlar; bu vasiyetlerini yerine getirmek için sadakatli ve dindar bir şekilde bunu yapan fırıncı veya kasaplara para verirler” diye yazmıştı.
1910 yılında ekonomik sıkıntı içinde olan Osmanlı, Fransa’dan gelen köpek talebini sokak köpeklerini toplayıp satma yoluna giderek değerlendirmek istedi. Bu yüzden toplanan 80 bin köpek, Fransa’nın satın almaktan vazgeçmesi ile sorun olmaya başlamıştı. Halk sokaklarda toplanmış köpekleri beslerken bir yandan da buna olur diyen Padişaha karşı kızgınlık içindeydi. Köpeklerin sokakta kalmasını sağlıklı bulmayan hükumet hepsini toplayıp Sivriada’ya bıraktı. Adada açlıktan birbirine saldıran köpeklerin sesleri uğultuları İstanbul’a kadar geliyordu. Bazı vatandaşlar kayıklarla köpekleri beslemeye çalışsalar da başarılı olamadılar. Tüm hayvanlar adada açlıktan öldüler. İki sene sonra İstanbul büyük bir deprem yaşadı. Halk bu depremi hayvanlara çektirilen işkencenin cezası olarak gördü.
Çocuklarınızı mutlaka hayvan sevgisi ile büyütün ki ;merhamet sahibi olsunlar....